bugün

entry'ler (159)

hindistan

hakkında eski zamanlarda kalma efsane komik bir yazının olduğu ülke. yazının sahibinin affına sığınarak paylaşıyorum.

"bu vatan hepimizin, kıymetini bilelim.

hindistan’a gitmek. mmmmh fazlasıyla egzotik ve macera dolu bir anlam barındıran bu söz öbeği beni de çekiyordu kendine. lakin maddi durumum ve çevrem dolayısıyla böyle bir yolculuk pek mümkün değildi. zira 10 senelik pasaport 500 lira, hindistan uçak bileti yaklaşık 2000 lira, yemesiydi içmesiydi pek karşılayabileceğim bi miktar değil. kaldı ki ben karşılasam bile benimle birlikte hindistan’a gelecek bir arkadaşım yoktu. durum bu iken karşıma bir fırsat çıktı. öncelikle size tebliğ cemaatini anlatmalıyım.

tebliğ cemaati uluslararası bir müslüman organizasyonu. yaptıkları şey misyonerliğe çok benziyor. gönüllü bir şekilde başka diyarlara gidiyor, hem kendi imanını kuvvetlendiriyor hem de insanları camiye davet edip onların imanını kuvvetlendiriyorsun. çok programlı ve hoşgörülüler. işin varsa gelip seninle konuşmazlar, gayrimüslimlere anlatmazlar sadece müslümanlara anlatırlar, cihad ilk önce kendi içimizde olur diyerek silahlı mücadeleye kesinlikle karşı çıkarlar, şeyhleri yoktur, sizden para istemezler, size para vermezler vs. aslında diğerlerine göre pek makul bir cemaat. israil hükümetinin bile hoş gördüğünü duydum.

bu cemaatin benimle ilgisi de abimden kaynaklanıyor. kendisi bu cemaatin mensubu. işte hindistan meselesi bu sayede ortaya çıktı. abim ‘gelmek ister misin paranı ben karşılayacağım ?’ gibi bir teklifte bulundu. düşündüm, kaybedecek hiçbir şeyim yoktu (yanlış düşünmüşüm 6 kilo verdim). biraz islamiyete maruz kalsam da gezerim, pasaportu bedavaya getiririm diye düşündüm ve kabul ettim. hindistan’a gitme nedenim buydu yani.

evden hiç hindistan’a gidiyormuş gibi çıkmadım. ceketimi aldım çıktım, abimlerle havalimanında buluştum. altı buçuk saat süren yolculuk sonunda yeni delhi’ye indik. havalimanının kapısından çıkar çıkmaz suratıma yoğun bir hava çarptı. ben hayatımda bu kadar korkunç bir kokuyu burnuma çekmedim. tek kelimeyle iğrenç kokuyor. normalde burnumuz koku alma konusunda tembeldir, yorulur ve ne kadar iğrenç olsa da kısa bir süre sonra o kokuya alışır, duymazsınız. ama bu amına kodumun yeni delhi’sinin her bir noktası ayrı bir iğrençlikte koktuğu için alışamıyorsunuz. hava sürekli sisli gibi, sonradan farkettim ki hava kirliliğinden dolayı oluyor bu.

havalimanından taksiyle tebliğ cemaati’nin merkezine doğru yola çıktık. hindistan kaosunun bir meyvesiyle de orada tanıştım. trafik. istanbul’da yaşayan insanım çok trafikte kaldım lakin bu başka bişey. hiç bir araba dikiz aynası kullanmıyor. kullanmıyor derken bakmıyor anlamında demiyorum, dikiz aynalarının geneli kırık, kırık değilse de kapatılmış oluyor. kornalarla anlaştıkları için ses kirliliği had safhada. her sikime korna çalıyorlar.

zorlukla da olsa merkez’e vardık. biraz uyuduktan sonra yemeğe indim. yemeği iki kişi aynı tabaktan yiyorsun. daha güzel bir haberim var, kaşık yok. elle yiyorsun. sikerim yemeğini yemem ben bu yamyamlarla dedim kalktım sofradan. türkçe bilen bi kırgız vardı, aldım onu yanıma çarşıda yarım saat kaşık arayıp satın aldım. tüm yolculuk boyunca cebimde kaşıkla dolaştım. her an hazırdım yemeğe. merkez’de tuvaletler iğrenç. ben başkasının su içtiği bardaktan su içmeyecek kadar ‘hanımevladı’ biriyim, sizi bilmem ama bunlar benim için çok korkunç şeyler.

yemekler de iğrenç. o baharatın kokusu ayrı tadı ayrı kötü. bizim pideye benzeyen bi ekmekleri var, orospu çocuğuyum ki açlıktan ölsen yemezsin. dışarı çıktım, yemek satan yerlerdeki pisliği görünce kilo vereceğimi anladım zaten. hindistan’a gidecekseniz yanınızda konserve yiyecek ve peksimet götürün.

3 gün merkez’de kaldıktan sonra bizi bhopal’e göndermeye karar verdiler. bhopal’e gidip insanlara islamiyeti anlatacağız. tren var dediler, hindistan trenleri meşhurdur. pek hoşnut olmayınca first class bu falan dediler, aldık biletleri. gara gittik, bineceğimiz treni gösterdiler. tren 1918 model lokomotif gibi bişey. 12 saat yol gittik. en azından bizim bölüm çok kalabalık değildi. bhopal merkez’e gittik. sabah bizi güney afrikalı bir cemaatin yanına naklettiler.

15 kasım için bhopal’den yeni delhi’ye uçak bileti almıştık dönüş için. 19 kasımda da türkiye’ye döneceğiz. o aradaki 3 gün tac mahal vs gibi yerleri gezmeyi planlıyoruz. kısmet değilmiş.

güney afrikalı cemaat genç dolu. 22-30 yaş arası 6 senelik medreseden mezun olmuş elemanlar var. hem anlaşabiliyorum da adamlarla, hindistanlıların ingilizcesi korkunçtu. günlerim kitap okumak, namaz kılmak, sohbet dinlemek, tekrar namaz kılmak, dolaşıp insanlara islamiyeti anlatmak ve tekrar namaz kılmak şeklinde geçiyor. bhopal’de yemeklere de alıştım, hatta baya güzel yemekler getirmeye başladılar. bu güney afrikalı çocuklarla sohbet ediyorum gün içinde. ne konuşursak konuşalım mesele o ülkenin kadınlarına geliyor.

-nerelisin ?

+türkiye

-türk kızları nasıl ?

+çok kötü hiç bulaşmayın.

adamla ilk diyalogum buydu. medrese mezunu abaza da ayrı oluyor. suriye iç savaşı’nı konuşuyoruz, nası yapıyor nası ediyor anlamıyorum konu suriyeli kızlara geliyor. kaç karım olduğunu sordular ilk gittiğimde, evli olmadığımı duyunca şaşırdılar. müslümanlar gerçekten canavar, abartmadığımı tekrar gördüm.

bi gün yine böyle bir mahalle dolaşmasındayım, insanlara allah ne kadar süper falan bunları anlatıyoruz. bir eve gittik, adam bizi içeri buyur etti, girdik. orda anladım ki bu adamların pisliğinin tek sebebi fakirlik değil. adam evde kleopatra koltuğuna oturmuş, karşısında lcd televizyon, ama her yer bok püsür içinde. kleopatra koltuğu diyorum ya, bu nası bi zevk pezevenkliği ? bize çay ikram etmek istedi, istemezük diye buyurduk. su verdi sonra. yanımda güney afrikalı elemanlardan biri var, aslen karayipli herif. güney afrika’ya medrese eğitimine gitmiş. ben her suyu içmemem gerektiğini biliyorum, baktım bu eleman içiyor mu diye, içti. e dedim bu içtiyse ben de içeyim, ne bileyim adamın 4-5 aydır orda olduğunu.

kaldığımız camiye döndük, akşam bize korkunç güzel bir ziyafet verdiler. kızarmış tavuk, balık, envai çeşit meyve, ananas geliyor papaya gidiyor, köfte geliyor salata gidiyor falan yok yani böyle bişey. hele hindistan standartlarında benim için rüya gibi bir gece. kola getirdiler bi de. allah dedim ya keyiften kendimi sikicem. yemeğimi bitirdim, kolamı aldım elime caminin terasına çıktım. kulaklığımı taktım, sigaramı yaktım. götümü sallaya sallaya dans ettim, o derece keyifliyim. çölde bir vaha gibi o gece, zirvedeyim. düşüşüm ise çok daha hızlı olacakmış meğer.

gece oldu yatıyoruz artık. fermuarlı bir cibinliğin içinde tulumum var, kıvrıldım içine. karnıma ufak bi ağrı girdi, aynı anda bütün vücudumda bi kırgınlık oldu. çok kötü hissediyorum. baktım kusucam, bir üst kattaki lavaboya kadar çok zor koştum ve girer girmez bıraktım. sakalım falan yerler kusmuk oldu. suyu açtım yıkadım elimi yüzümü sakalımı. akşamki yemeği komple çıkarmışım, yüzüyor lavaboda tavuklar. üst katta sigara içen güney afrikalı elemanlar vardı, geldiler su getirdiler. yat uyu sabah temizleriz dediler. gittim yattım ben de.

uyuyamadım, karnım tekrar ağrımaya başladı. saat gece 1 gibi. kalktım tekrar koştum tuvalete, bu sefer bizim alaturka tuvaletlerin aynısından var arkada ona koştum. içeri girer girmez kustum ama artık midemde hiçbir şey kalmadığı için safra kustum. kusar kusmaz arkadan çıktı. altıma sıçtığımı farkettim. o ana kadar alt tarafta sıkıntı olduğunun farkında değilim. kafamı kaldırdım, altıma sıçtığım fikri geldi. aynı anda tekrar öğürdüm, kustum. yine arkadan çıktı, sıçtım altıma. kafamı kusmuktan kaldırıyorum, bir saniye içinde tekrar öğürüyorum ve öğürdükçe altıma sıçıyorum. götümü tutamıyorum, inanılmaz bir acziyet yani yok böyle bir durum. kusmam durdu, sıçmam durmadı ama. eşofmanı, donu çıkardım. ya tişörte bile sıçmışım gerçekten korkunç bi durumdayım. yerler kusmuk, duvarlara sıçramış. kuruldum tuvalete sıçmaya başladım tekrar, durmuyo çünkü. bok da sağa sola sıçramış durumda. insanların yaşamında dönüm noktaları olur, bu benim için öyle bir nokta değildi ama özgüvenim yerle bir oldu. ben, felix dzerjinski, hindistan’dayım, saçma sapan bi caminin tuvaletinde çırılçıplak bir vaziyetteyim ve etraf bok kusmuk karışımı bir pislikte, az önce altıma sıçmanın verdiği yıkımın üstüne ellerimi kafamın arasına alıp düşünmeye başladım. durum gerçekten onur, şeref ve haysiyet kırıcı. insanlık onuru işkenceden önce benim bu durumumu yenmeli. hayatımın hiçbir döneminde böyle hissettiğimi hatırlamıyorum. içimdeki yaşama dürtüsüyle etrafı temizlemeye başladım. bok kusmuk her şeyi güzelce temizledim, sonra çıplak olduğumu farkettim. aşağı inip giyinebilmem için boklu eşofmanı da güzelce yıkadım ellerimle, taktım götüme indim aşağı. giyindim, pis kıyafetleri çöpe doldurdum yattım. öyle deliksiz uyudum ki, kafamı koyar koymaz uyudum. çünkü yukarıda tuvalette fiziki olarak tükendim, ellerim yoruldu bok temizlemekten. kusmaktan midem büzüştü. psikolojik olaraksa tam bir enkaz var, hala kaldırabildiğimden emin değilim. insan belli bir yaştan sonra altına sıçtığında bunu kaldıramıyor. o lanet gecenin hikayesi bu işte.

sabah oldu. başka bir camiye gideceğiz. ben ayakta duramıyorum ama. diğer camiye vardığımızda tuvaleti sordum zira benim için yemekten içmekten daha önemliydi tuvalet. koca camide bir tane tuvalet vardı. girdim, yok böyle bi kabus. ben günümün çoğunu burada geçireceğim, tuvalet korkunç. örümcek ağı her taraf, simsiyah olmuş taşlar kirden. bi tane böcek var böyle kıskaçlı, görüntüsü ürkütücü zaten. bi baktım hayvanın kanatları da var, uçuyor. ulan senden kaçış yok mu allah mısın aq böceği ?

o camide de 4 gün kaldım. bi ara bayıldım sanırım. halüsinasyon gördüm. ya insan sıçmaktan halüsinasyon görür mü ? bu nasıl ishal ? dişlerimde lezyonlar çıktı, tarif edilemez bir acı. hindistanlı yamyamlar gelip beni izliyor, maymun muyum ben ya ne sikime izliyorsunuz beni ? 6-7 adam karşıma geçip beni izliyor, ben yatıyorum orada. kendi aralarında tespit falan yapıyorlar. abime beni vatanıma götür dedim. adam öyle bir korkmuş ki ‘bu buralarda ölürse anneme hesap veremem’ diye, olur tamam dedi. kafamda sadece türkiye var. ülkem. canım ülkem. ülkeme döndüğümde iskender yiyeceğim diye hayal kuruyorum. sürekli türk yemeklerini düşünüyorum çünkü oradaki yemekten tiksindim bi kere. son 4 gün sadece 4 zeytin ve 2 muz yedim, tam olarak bunları yedim.

biletleri erkene aldık, yeni delhi’ye uçtuk. merkez’e gittik. gece 12 gibi oradaydık, saat 3’de havalimanına gitmemiz lazım zira 6 da uçak var türkiye için. son saatlerim artık. 10 sene hapis yatmış, çıkmasına bir gün kala insan kafasını yastığa koyar da o gece geçmez ya, askerlikten terhis olmaya 1 gün kala o gece geçmez ya, işte tam olarak öyle hissediyorum ben de. 3 saat uyumam lazım ama, hiç uyumamışım çünkü. kafayı yastığa koydum, birden davullar çalmaya başladı. dışarıda hindular düğün yapıyormuş. hay ben sizin ananızı avradınızı sikeyim ya, bu nasıl bir kabus ulan ? bitmiyor. sinirden kendimi sikicem. saat 3 oldu. havalimanına gittik. bizi götüren eleman yolda uyudu araba sürerken. kesinlikle kabus bitmiyor. yatırıp gırtlağını kesicem orospu çocuğunun. sonunda biniş zamanı geldi. sizin de ülkenizin de hepinizin anasını avradını sikeyim diyerek pasaport kontrolünden geçtim. thy uçağının içindeki memleket havasını çektiğim an kendime geldim. altı buçuk saat sonra memleketimdeydim. rüya gibi, zira döneceğime inanmıyordum. öyle bir psikolojiye bürünmüştüm. dönemeyeceğim heralde diyordum. hayal gibi geliyordu türkiye. indik, toprağı öpmek istedim ama havalimanında toprak yok. çok büyük eksik, buradan yetkililere sesleniyorum lütfen havalimanına toprak koyun inince öpme ihtiyacı duyuyoruz.

işte böyle bitti benim hindistan seferim. bi daha sikseler gitmem. kenarından geçmem.

amına kodumun hintlileri, medeniyetin yüz karası orospu çocukları."*

iyi öğretmen

bilgisinden çok öğrencisine asıl yani önemli olanı aktarması gerektiğini bilen olduğunu düşündüğüm kişi.
en sevdiğiniz, en önemsediğiniz öğretmenlerinizi gözden geçirin ve o öğretmenler bana ne öğretti diye düşünün, en iyi öğretmenlerinizden bilgiden çok tavır ya da hayatta duruş öğrendiğinizi göreceksiniz. öyledir.
(bkz: tosun terzioğlu)
(bkz: ali nesin)
(bkz: erdal inönü)
(bkz: cahit arf)

aziz nesin

''29 Kasım 1963
Sevgili Kardeşim Zürfettin,
Galatasaray-Zürih maçını basın tribününden seyrettim (...) Zürihli topçulara baktım, maşallah hepsi de besili oğlanlar.. Bizimkiler onların yanında dövüşken ispenç horozları gibi kalıyor. Zürihliler niye böyle yapılı, kalıplı diye düşündüm ; nedenini de buldum. Coğrafya dersinden de bilirsin ya, dünyanın en uygar ülkesi denilen isviçre'nin inekleri pek ünlüdür. Bol süt verirler ve sütleri de besleyicidir. Dediklerine göre 300 kiloluk inekten yılda 3000 kilo süt sağarlarmış, sen şu uygarlığa bak ! Hoş, bizde de 300 lira aylıklı memurdan yılda 3000 lira vergi sağarlar ya..
Derler ki isviçre'nin zenginliği önce ineklerden, sonra turistlerden gelirmiş ; çünkü ikisi de sağılır. Ama bir meraklı istatistikçi üşenmeyip hesaplamış ; o küçücük isviçre'de "eşref-i mahlukat" denilen insanlar ve "cem-i cümle mahlukat" hep birden inek kesilip kırk çeşme yalağı gibi şakır şakır süt verseler, yine o isviçre bugünkü kadar zengin olamazmış. Bu yargının sonucu şöyleymiş : isviçre, bankalarına kaçırılan yabancı paralarla zengin olmuş. Ama bunu açıklamaya utandıklarından, suçu zavallı ineklerin üstüne atıyorlarmış. Demek ki isviçre'nin asıl zenginliği iç ineklerden değil dış ineklerden sağlanıyor.
Affedersin, bizim ineklere gelince.. Yerli ineklerimiz 20 okka saman yer, 200 gram süt verir, onu da arka ayağıyla devirir, derler..''

(AZiZ NESiN, 29 Kasım 1963, "Akşam" gazetesi)

en yakın arkadaşın ölmesi

hasancığım merhaba.

iki sene ne ara oldu be oglum.

soyledigin gibi benden akademisyen olacak galiba, belki de olmaz bilmiyorum 1-2 sey kovaliyorum yuksege basladim iste. dun bizimkilerleydik, videolarini actik yattigin yerden yine bizi guldurdun essoglu. bilmiyorum kimseye yakin hissetmiyorum bazen kendimi, belki de ansizin bu rollerden ibaret aptal dunyaya noktayi koymakla iyi yaptin. arada ugruyorum yanina, sessizce takiliyorsun eski sikayetlenmelerin yok, o yuzden sanki keyfin orada daha iyi gibi geliyor. pek de onemi yok aslinda, anlamadan senin taraflara goc edecegiz zaten. sadece seni bir daha goremeyecegim hissi uzuyor biraz. bu aptal roller biktiriyor aslinda beni, salak gezegende sikayet ettigin hicbir sey daha da iyiye gitmeyi birak, kotuye gidip duruyor zaten. ah be oglum kisisel ne cok problemlerin vardi, ben yanindan ayrilmadan derin derin anlattigin of. nerede lan simdi hepsi?

bizim viski sozumuz hala aklimda ama o olay hala gerceklesmedi, unuttum mu sandim pic?

hiclik hissi iyi gibi devam et sen, buradan yine iyi haberler yok.

ozledim lan seni.

yanina en kisa surede ugrayip yine hafifce huzur bulacagim, o zamana kadar dikkat et kendine.

sonbahar

kendine dönüş mevsimi.

ince tişörtlerin, tiril tiril gömleklerin üzerine geçirilen bi mont, bi hırka... bi sıcaklık, bi korunma, bi saklanma dışarıdan tekrar aylar sonra.

eve giderken aylardır günlük güneşlik, cıvıl cıvıl olan sokaklarda bir dinginlik, tam da yeni yanmış sokak lambaları, güneşin son çocukları inatla gökyüzünde direniyorken arabaların kırmızı kırmızı parlayan stop lambaları... bi huzur, bi eve dönüş, bi kapıyı kilitleyip bi fincan sımsıcak kahve, koltuğa gömülüp müzik dinleme isteği aylar sonra.

çocukluğun akla gelmesi, ofiste tebeşir, çantada yeni kalem kutusu kokusu almak birkaç gün. tuhaf bir iç ezilmesi.

tavan yapmış yalnız kalma isteği, hep düşünmek istemek, yapabileceğin şeyleri yapmadan, yapamayacağın şeyleri unutmaya çalışmadan üstüne basa basa düşünmek, eylemsizliğin, düşünmenin keyfini sürme isteği onca koşuşturmadan sonra.

tümden bir kendine dönüş, kendini buluş, kendini hatırlayış mevsimi sonbahar. kırık yaprakları döküp, yeni seneye hazırlanma mevsimi.

sadri alışık

''işin altın devri o zamanlar. biz de hızlıyız ha. otel önü, galata rıhtımı, hepsi bizde. ne kadar seyehat şirketi varsa çivilemişiz. kemiğin yağlısı önce bize düşüyor. allah inandırsın, gün oluyor yevmiye yüzü buluyor. biz de önce façaları düzelttik. hani tanımayan görse o sosyete teomanlarından erdinçlerinden biri zannedecek. e ne de olsa gençlik, delilik. sonra bekarız da.

bir gün ali efendi dayı çağırdı. bizim pederle silah arkadaşı, beni de tanır ve sever. kızı türkan acele ankara'ya gidecekmiş bir imtihan davasına. türkan dediğini de çocukken tanırım yani, bak hele dedim ya, ne çabuk geçiyor zaman. sana emanet dedi ali efendi dayı. ya lafımı olur, emanet kız tabi ya. la bir de baktım türkan, abi ay parçası gibi, yani nutkum tutuldu böyle. hani heykel olmuşum, heykel. ev eşyası gibi kalmışım. kız sen bu kadar mı dedik, demedik, atladık arabaya. iki laf ettik, baktım ağzından bal akıyor. ya yok böyle bir şey ya. hani o yolları, o bolu dağlarını geçtik mi, uçtuk mu? nah nimet ekmek çarpsın hatırlamıyorum ha. ya beş saatte girmişim ankara'ya. sonra kız emanet ya, gece attım iskemleyi kapısının önüne, iki pakette cigara, sabaha kadar oturdum, iyi mi?

ertesi gün verdi imtihanı, atladık arabaya. ya kız değil afet be. hani giderken uçuyorduk ya abi, dönüşte kablumbağa. böyle sürekli 30-40 kilometrede. niye diye sordu birkaç kere, bozuk-mozuk dedim, yersen tabi. yol bitecek diye ölüyorum abi. sonra bitti o yollar, iyi mi? kasımpaşa'ya geldik, elimi sıktı, gene görüşelim dedi. teşekkür ederim, senin kadar iyi, tatlı bir insan görmedim dedi. içimden bir şey aktı, kalbime oturdu böyle kurşun gibi. sonra elini salladı.

allah kahretsin, erkeklik olmasa ağlıcam be. üç beş gün gelemedim kendime. ya buram yanıyor abi. direksiyon, yol, taş, viraj; trafik memurunu türkan görüyorum, iyi mi? sebepsiz yere doluyor gözlerim. ne yemek, ne içmek. durup dururken bir ağlama. ölüyorum be.

ne oluyorsun dedi ekrem. hiç dedim, ama ısrar etse de anlatsam diye içim gidiyor. sonra baktım üstelemedi, ben de kendiliğimden döküldüm. bana bak dedi ekrem, sen kim o kim? babasının yanında yirmi tane osman çalışıyor dedi. kapısında on kişi nöbette dedi. ben de onbirinci olurum dedim yattım nöbete, iyi mi?

evden adımını atıyor atmıyor dışarı, şak açıyorum arabanın kapısını. önce hık mık etti ama, sonunda alıştı ha. beni görür görmez, vallahi yani, böyle ışık ışık parlıyor gözleri abi. öl desin öleyim be. anlatılmazki, anlatılmaz ki. efendilik, güzellik, nezaket, alçakgönüllülük, ya kağıt helvası yiyor be, var mı böyle şey. ne istersen onda ha.

ali efendi dayıya bahsetmiş bir gün benden, babam senle görüşmek istiyor dedi. böyle kalbim ayağımın dibine yuvarlandı, ölüyorum zannettim. ister misin dedim, hani olacak şey değil ya, ne demişler: ümit fakirin ekmeği, ye mehmet ye. kalbim çarpa çarpa ettik sabahı. şak damladım oraya. ondan sonracıma, baktı baktı, sonra çıkardı otuz bin lira attı önüme. araba al kendine dedi, yavaş yavaş ödersin bana dedi, iyi mi? ya ben onun arabasında değilim, kapıldım mı bir ümide. beni beğendi diyorum, allahım. yani, bir ara kapansam ayağına, ölüyorum desem, ölüyorum türkan'a be. acıyın bana, bütün ömrümü onu mesut etmekle, sevmekle çalışmakla desem, yani allah be.

hadi be dedi ekrem. bakalım kız seni ister mi? ama ben kafama koydum, açılıcam kıza. geçtim aynanın önüne abi, saatlerce talim ediyorum. bütün fiyakalı lafları yazmışım romanlardan. hani nerime kadir, mahmut mesat bozkurt yani, hepsini ezberlemişim. tam gidicem kıza, geldi mi askerden bir celp? ne o, bilmem 45 günlük tekamül kursu mu ne varmış. kurs takar mı aşkı maşkı? hadi ben cihet-i askeriyeye. arabayı bıraktım ekrem'e. oğlum göz kulak ol şuna. tam aldım bavulu, ali efendi dayı çağırıyor diye haber geldi. tabi ben de ne yapıyım, çaresiz ekrem'i götürdüm. kardeşimdir dedim. hani ben neysem o da odur dedim. namusludur dedim. e tabi biz böyle vasiyet edince, kardeşim felan deyince akan sular durdu tabi.

asker ocağında vakit nasıl geçti, ne oldu bilmiyorum. hatırlarsam ölünü öpeyim, yani. yaşıyor muyum, yaşamıyor muyum, ne oluyor, ne bitiyor bilmiyorum abi. sonra, bir üsteğmenimiz vardı, sizden iyi olmasın, erkek mi erkek yani. bir gün böyle dalıp gitmişim, elimde türkan'ın resmi. üsteğmen geldi, resmi aldı elimden. böyle baktı, baktı. bir tuhaf oldu çocuk. böyle durdu durdu, sonra dediki bana: oğlum erkek adam ağlar mı be, ağlar mı erkek adam? ben de, üsteğmenim ağlar da, sızlar da, bu ne dert , ne davadır sen de bilirsin dedim. tabi o çocuk da bir kalp taşıyor yani, resmi verdi, kendi gitti. benim askerlik de bitti zaten.

ben hemen kahveye. merhaba, ekrem nerde felan dedim. herkes kendi dalgasında. yoksa arabaya mı bir şey oldu? yoksa ekrem'e mi bir şey oldu? valla birşey yok abi dediler. yani uğramaz oldu dedi kahveci, iyi mi? baktım pis feridun kıs kıs gülüyor, ulan sen her şeyi biliyorsun dedim, yapıştım yakasına. arkadan birisi dur dedi ve elime bir davetiye sıkıştırdı. oğlumuz ekrem gürbüz ile kızımız türkan selman'ın bilmem ne tarihinde kasımpaşa ünsal aile salonunda nişan.. nişan? birden bulandı etraf, hiç bir şey göremez oldum. sesler şekiller karıştı. su serpmişler suratıma, böyle kahvecinin otomobilin anahtarını uzattığını gördüm, ekrem bırakıp gitti dedi. hiç bir şey söylemedi mi dedim, söylemedi dedi. sadece çekmiş gitmiş.

haftası geçti geçmedi, kaybettik ali efendi dayıyı. toprağa verildiği gün gördüm ikisini de. türkan boynuna sarılmış ağlıyordu. o it yüzüme bile bakamadı, kaçırdı hep gözlerini. bir an göz göze geldik, yandaki kahveyi işaret ettim. insanın kıt, allahın bol yerine. ellerime kapanacak oldu, tükürdüm suratına. yapma dedi, köpek gibi yalvardı. ulan bir şey istemem senden, sadece iyi bak ona dedim. bir incittiğini göreyim, kardeşim demem, gebertirim dedim. vurdum, vurdum, vurdum.''

atom bombasına karşın evde alınacak önlemler

toplanin arkadaslar anlatiyorum ne yapacaginizi.

kurtulsaniz bile olaydan 40 yil sonra kanserden olmeyeceginizin garantisi tabii ki yok, ama ola ki nukleer bir savas cikti bulundugunuz sehrin de hakki kalmasin diye rusya - iran - pakistan - fransa - ingiltere - kuzey kore - cin ve tabii ki abd veya bombasi olan bir terorist grup hedef aldi, iste o patlamadan (eger mumkunse) sag nasil cikacaginizi soyluyorum. cikamayabilirsiniz de, zira bunlar hep nasip kismet isi. ama sansiniz 10% yukselecekse ben yine de yazayim.

oncelikle ne kadar hazirlikliyiz?

nukleer silahlar dunyada her devletin 1945'ten beri nasil g.tu kurtaririz diye ustune cok kafa yordugu seyler oldugu icin biri oradan dugmeye bastigi zaman burada cart diye patlayan seyler degiller. delivery platform dedikleri o nukleer savas basligini size ulastiracak bir tur alet gerekiyor. ya fuzenin ucuna baslik olarak takiyorlar (ismi bu yuzden savas basligi) ya da ucaktan bomba olarak atiyorlar. siz bu yaziyi cankiri'nin ilcesinden okuyorsaniz kafaniza denizaltidan atilan bir slbm dusme ihtimali olmadigindan yaziyi komple es gecebilirsiniz. bilecik cankiri corum bayburt gibi yerlere kim niye atom bombasi atsin zaten. yakinlarinizda muhtemel bir askeri hedef varsa hazirlikli olmakta fayda var.

neyse delivery dedik. en bilinen metod nukleer fuze saldirisi oldugu icin oradan baslayalim. kitalararasi bir nukleer fuzenin rampadan ayrilisi ve hedefe isabeti arasindaki ortalama sure 16 dakikadir. 29 nato ulkesinden birindeyiz var sayalim, fuzeler yola cikar cikmaz nato'nun rca 474l erken uyari radarlari tarafindan hemen kalkislari saptanacaktir. atiyorum ilk saldiri'yi yapan da rusya olsun, mobil topol-m bataryalari fuzeleri attiginda uyari sinyalleri alinmaya baslanacak, ve ilk fuze atmosferde iyonosfer tabakasina eristiginde fuzenin tipi, gittigi yon ve %65 olasilikla hedefini ilk 4 dakikada ogrenmis olacagiz. bunu bize bildiren sistemlerimiz var nato olarak. bu 16 dakikalik ortalama surede devletler seviyesinde kimin ne yapacagi nasil tepki verecegi en ince detaylarina kadar hesaplanmis. ama halk ne yapacak? fuzeler havadayken bu gececek 12 dakikada herseyinizi koruyamazsiniz ama caninizi korumak icin sartlar musaitse cok yeterli bir sure. halka bu gibi durumlarda ilk haber veren genellikle medya oluyor. ingiltere fransa abd gibi ulkelerde halkin da televizyon radyo vs sistemlerinde bazi otomasyon ozellikleri var. misal siz dizi izlerken fuzeler yola ciktiysa cat diye televizyon yayini kesiliyor. ekran kapkaranlik oluyor acil durum otomasyon sistemi devreye giriyor. tek bir elden butun bir ulkedeki her radyo ve tv acil bir durum oldugunu haber veriyor ve acilen siginaga gitmenizi istiyor. turkiye'de bundan sorumlu olan kurum sivil savunma genel mudurlugu. bildigim kadariyla boyle bir sistemleri var. isler halde degilse de tum kanallarin onceden planlanmis bir ortak template yayini var. sirenler calmaya basladiginda zaten anlayacaksiniz mevzuyu. bu onceden haber verilme senaryosunda haber alamayip birden beyaz isik gormus hirosimali japonlara nazaran cok cok cok daha sansli oldugunuzu aklinizda tutun. yasama sansiniz baya bi yukseldi onceden haber almaniz sayesinde. bu saldiri senaryosunda :

* daha onceden boyle bir sey olsa ben ne yapardim nereye giderdim diye dusunmus olun. aile babasiysaniz falan bir zahmet dusunun zaten. olay aninda panigi azaltir aglayan cocugunuzun yaninda dusunmek plan yapmak zorunda kalmayin. evet cok uzak bir ihtimal ama gun gelir ihtiyaciniz olur.

* evet su anda yasadiginiz sehre bir nukleer fuze geldigini ogrendiniz. uzun guzel bir hayatla aranizda artik 3 adet engel bulunuyor. nedir bunlar a-) patlamadan sag cikacaksiniz, b-) isidan sag cikacaksiniz ve c-) radyasyondan kurtulacaksiniz

* eger siginaginiz varsa (ne mutlu size, ulkenin %90inda yok) kilidini falan acmak zorunda kalacaksiniz. onden bildiginiz bir yere koymus olun. eger giriste sikinti yoksa durumun mahiyetine gore iceride gunler ve haftalarca kalabilirsiniz. o yuzden iceride yiyecek ve su olmasi yasama sansinizi artirir. su ozellikle daha sonra temizlenmek zorunda kalacaginiz icin de onemli. esiniz dostunuz siginaga giderken siz maksimum bes dakikada ne kadar dayanikli yiyecek varsa bir cop torbasina doldurup goturuyorsunuz. unutmayin, nato talimnamelerinde siginaklara en cok depolanan yiyecek snickers'dir. az yer tutar, cok enerji verir. o tip seyler lazim daha cok.

* eger siginaginiz yoksa bodrumunuz insallah vardir. tepenize apartman da cokse bodrum katlari ilk kolonlar oldugundan sizi hayata baglayabilir. siginaga ne goturecekseniz bodruma goturun. isik el lambasi falan bunlara da cok ihtiyaciniz olacak. cep telefonu sistemleri, telefon hatlari ve internet sebekeleri patlayacagindan sizi disari baglayacak sey bir el radyosu olabilir. pilli ufak bir tane alin bulunsun.

* bodrumunuz da siginaginiz da yoksa, cok guzel. evin en ortasinda camlardan en uzak bir yere cokun, ucak dusmesine karsi kafanizi nasil koruyorsaniz ayni sekilde bekleyeceksiniz.

* acik alandaysaniz. cok buyuk tehlikedesiniz. o isik cigerinizi delip gecmeden siper bulup yatin. minik otoyol kopruleri alti, kanalizasyonlar, yol kenari su kanallari bulun bir sey. buyuk kopruler viyadukler basiniza cokecegi icin cok da yaklasmayin.

* saklandiniz ve 12 dakika gecti. patlamanin ilk once sesi veya gumburtusu gelmeyecek. isigi gelecek. gozu kor eden, gunesten yuzlerce kat parlak flas gibi bir isik. ortalik bir anda gun isigindan daha parlak olacak, bu da demektir ki iste bombaniz patladi hayirli olsun. bu esnada ciglik atmak aglamak sizlanmak size pek yaramayacagindan yapmaniz gereken en onemli is : saymak. sayi sayacaksiniz. bu korkutucu beyazlik ne kadar suruyor. bu cok cok onemli bir sey. cunku flash'in persistence rating'inden bombanin ne kadar guclu oldugunu anlayabilirsiniz. bu da bundan sonra ne yapabileceginizi planlamak icin size guzel bir istihbarat verir. mesela hirosima'da atilan 20 kilotonluk atom bombasi 2 bucuk saniye bir beyazlik yapmisti. gunumuzun taktik nukleer silahlari 20-120 kiloton arasinda oldugundan 3 ila 7 saniye arasi bir flas bekleyebilirsiniz. ayni sekilde gunumuzde 20 kilotonluk bir saldiri ya iran gibi nukleer teknolojisi olmayan bir ulkeden ya da bir terorist gruptan gelebilecegi icin bunlarda hayatta kalmak daha olasi. ama 250 kilotonluk rus standart ss-n-17 veya 22 gibi basliklar 10 saniye kadar parlakligini surdurecektir. cinin standart kitalar arasi basliklari 1 megatondur, 20 saniye boyunca gozunuzu acamazsiniz. atilan 2 megatonluk bir hidrojen bombasiysa 30 saniye boyunca kor edici parlaklik surmeye devam eder. 25 megatonluk sehirleri haritadan silen hidrojen bombalarinda bu sure 45 saniyedir. 25 megatondan daha buyuk bir yield ise feasible sayilmaz. ruslar tsar bomba ile 50 megaton yaptilar ve 1.5 dakika bu flash surdu ama envantere girmedi.

* soylemek abes ama yine de soylemek lazim. o isiga bakmayin. isigin geldigi yone bile bakmayin. isigin merkezine bir an bile bakarsaniz gecici kor olursunuz. 5 saniyeden uzun sure bakarsaniz daimi kor bile olabilirsiniz, retinal dokularinizi buyuk aciyla yakar. o flas yogun bir gamma isigi bombardimanidir. isigin vucudunuza degdigi her saniye (uzakliginiza da bagli olarak) kanser riskini 10un katlarinda artiran bir seydir. bir nukleer silahin enerjisinin onemli bir yuzdesi bu isikla gamma isini olarak discharge edilir. yani o isik henuz ortamdayken birakin isigi izlemeyi, girdiginiz delikten cikmayin bile. 1950'lerdeki brutal nukleer testler sirasinda bu isiga bakan insanlar 100 mil oteden bile derilerinin cok isindigini, dillerinde metal tadi olustugunu rapor etmislerdir. uzak durun.

* daha onceden sehrinizde hedef olabilecek askeri bir ussun varligi ve sizin bu hedefe olan uzakligi bilmeniz cok hayat kurtaran bir sey olabilir. ornegin incirlik ussu bir nukleer exchange sirasinda ilk gidecek yerlerdendir. zira orasi da nukleer bir depodur. termonukleer b61 bombalari yeralti vaultlarinda saklaniyor. ankara'daki bakanliklar, kuvvet komutanliklari, izmir sirinyer nato, istanbul maslak nrdt-c, ordu komutanliklari, taktik ve onleme hava usleri, merzifon, bandirma, saha komutanliklari bunlar ise olasi hedeflerdir. adana seyhan, elazig keban, urfa ataturk barajlari, tupras petkim gibi sentetik yag tesisleri, sinop izmir ve mersin limanlari bunlar ulkenin belini kiracak muhtemel hedeflerdir. yukaridaki tabloyu bulundugunuz sehirdeki hedef olabilecek en yakindaki yapiyla eslestirince sizin tehlikeye ne kadar uzak oldugunuz ortaya cikar. en kucuk atom bombasi olan 20 kiloton orneginden gidersek, daha cok zarar vermesi icin yere dusmeden 600 metre irtifada patlatilan bu bomba 1.6 kilometre gibi bir alani daire olarak (en kalin betondan bile yapilmis olsa) tuzla buz edecek. 2.4 km'de sok dalgasi yikici etkisini yitirmis olacaktir. patlama noktasina 4.5 kilometrede ise buyuk yanginlar gozlemlenecektir. buna mukabil atilan fuze 20 kilotonluk degil 1 megatonluk standard bir rus stratejik savas basligi olsaydi bu buyuk yanginlarin capi merkeze tam 19 kilometre olacakti. yani o parlaklik 20 saniye suruyorsa patlama merkezinden 20 km uzakta olmaniz gerek ki evinizden yuruyerek cikmak icin bir sansiniz olsun.

* patlamanin ne kadar uzakta oldugunu kestiremiyorsunuz. isigin suresinden kuvvetini hesapladiniz ama ne kadar yakinda patladi bu bomba? onun da hesabi su sekilde. eger isigin baslamasindan sonra patlamanin sesi 24 saniyede geldiyse, 5 mil / 8km uzaktasiniz.

24s - 8km
47s - 16km
71s - 24km
95s - 32km
119s - 40km
142s - 48km
166s - 56km
190s - 64km

atom bombasi patlamalari 100 km'den rahatlikla duyulur. hidrojen bombasi sok dalgasi ise dunyayi dolasir. 100km uzakta insanlar yere duser. oyle hesaplayin.

* isiktan sonra korkutucu olan kisim geliyor. blast. nukleer bir saldirinin en korkulan tarafi budur.

* blast bir sok dalgasidir. en minimal patlayicidan en buyuk termonukleer silaha kadar yikici olan hersey yikiciliklarini blast etkisine borcludurlar. patlamanin merkez noktasindan disari dogru onune cikan herseyi yikarak, demir celik beton tahta tas hicbirsey dinlemeyen gucten bir sok dalgasi bekleyeceksiniz. bu dalga sesten hizli hareket edecegi icin geldigini de duymayacaksiniz. geldiginde de kulaklari sagir edecek kadar gurultulu olacak. patlamanin merkezine yakinlik burada hayatta kalma oraninizi direkt olarak etkiliyor. 2 kilometreden az bir mesafe varsa en kucuk atom silahlarinda bile bir siginaga girmeden o evden sag cikmaniz zor. ev ahsapsa, kerpictense, bir konteynersa, prefabrik malzemeden uretilmisse cok cok daha zor. ilk iki kilometrede isik etkisi henuz surerken icinde bulundugunuz eve devasa bir yumrukla vurulmus gibi olacak. agaclar koklerinden sokulup 1 kilometre havada ucacaklar. arabalar takla ata ata yollarda suruklenecek. evin icindeyseniz ilk once camlar patlayacak ve bir sarapnel gibi evin icini dolasip ayakta dolanan biri varsa agir yaralayacaklar. ardindan blast inner core eve ulastigi zaman duvarlar koselerinden sokulup blast istikametinde evin kalanini gocerterek ilerleyecekler. catilar ucacak ve ev one arkaya sallanip yanmaya baslayacak. ortamdaki sicaklik 1000 derecenin uzerinde cikmis olacak cunku. boyle bir ortamda evin icinde olmak istemezsiniz.

* ha unutmadan, blast cok kuvvetli oldugundan ve patlama sirasinda ortamdaki butun havayi da patlama merkezinden ejekte ettiginden bir de return blast kavramimiz var. patlama merkezinde olusan hava boslugu emme etkisi yapacagindan daha sonra disaridan patlama merkezine dogru blastin geri dondugunu goreceksiniz. bu ilkine gore daha zayif bir dalga olacak ama ilk blast etkisine yikilmayan evler ve agaclari da bu yikacak. o yuzden aha blast gecti hemen kacmaliyim diyerek darwin odullerine oynamayin. bekleyeceksiniz.

* patlama merkezine 8 kilometreden yakin degilseniz, bu blast dalgalari uzerinizden (saklandiginiz yerden) yine kamyon gibi gececek. ama buyuk ihtimalle orada sag cikabilirsiniz. sizi olen insanlara gore daha zor bir sinav bekliyor olacak. zira artik nukleer saldiri sonrasi ortamdan cikma gibi bir yukumlulugunuz var. isik ve blast gectigi icin artik onunuzde hayatla ilgili iki engel bulunuyor. yanginlar ve radyasyon.

* eger eviniz blast sirasinda yikilmadiysa ve cayir cayir yanmaya baslamadiysa (mahallenizde ciddi bir yangin basladiysa sizinki de yandi kabul edebilirsiniz) radyasyondan su asamada guvendesiniz. bir sonraki asamayi planlamaya gecebilirsiniz. oncelikle blast gectigi anda disari bir goz atip ilk gozleminizi yapmaniz gerekiyor. isigin kesilip blastin dondugu zaman mantar bulutunun kesin seklini aldigi zamanlara denk gelecek bu yuzden bombanin tam olarak nerede patlatildigini anlamak icin mantar bulutuna bir goz atmaniz gerek. eger mantarin boynu sapkasina oranla cok inceyse (veya 30 kiloton alti silahlarda boynu kesik kesik veya eksikse, yere degmiyorsa) bombaniz cok yikici zarar vermesi icin havada patlatilmistir. yani airburst'tur. buna karsin mantarin sapkasi cok koyu renkte ve/veya mantarin boynu sapkaya orantili olarak kalinsa silah yerde patlamistir. o sapkanin icindeki koyu renk bombanin sizin yerlesim yerinizden kaldirdigi toz toprak ve beton parcalaridir. bu parcalar patlama sirasinda deli gibi radyoaktif hale geldiginden o toz ve toprak olumle es anlamlidir. yerde patlatilan nukleer bombalar en kirli en radyasyon tasiyici kategoride oldugundan ve daha sonraki asamalarda sonraki planlamanizi cok etkileyeceginden ona da dikkat cekecegim. bu asamada eger havada patlatilmis bir silahtan soz ediyorsak, terorist saldirisi ihtimalini defterden silebiliriz cunku onlarin havadan silah gonderecek sistemleri bulunmuyor.

* mantar bulutuna baktiniz, simdi ogrenmeniz gereken sey ruzgar yonu ve hizi. ortamda ruzgar yonunu gosterecek bir cisim ayakta kaldiysa onlara bakarak yonu ve hizi saptamaya calisin. disari cikip parmaginizi yalayip falan havaya dikmeyin. cep telefonu hava durumu servisinden o gunku duruma bakabilirsiniz. patlama sonrasi havaya yayilan toz ve toprak asiri radyoaktif oldugundan bunlarin uzerinize konmasi, yuzunuze gozunuze yapismasi ve daha da felaket olarak bu tozu yutmaniz birkac haftaya kadar olebileceginiz kadar buyuk bir tehdit yaratiyor. zira o tozlar artik gamma isini yayiyorlar. eger o tozu icinize cektiyseniz, tozlu dudaklarinizi yaladiysaniz falan o tozlar sizin midenizde, nefes ve yemek borunuzda gamma yaninda artik alfa ve beta isimasi da yapmaya baslayacaktir. gayri ihtiyari sokakta kusmaya baslayan insanlar gorduyseniz iste onlar bu olumcul hatayi yapan kimselerdir. temizlenmek icin su gereksiniminden bahsetmistim. yerde patlatilan bir nukleer baslikla havaya kalkan toz bu asamadan sonra serpinti yapacak. yani fallout olacak. bu fallout settle olana kadar birkac gun gecinceye kadar siginakta kalmaniz icap ediyor. disari ciktiysaniz elbiselerinizi siginagin disinda cikartip su ve sabunla diger insanlardan uzak bir yerde temizlenmeniz gerekiyor. cok alakasiz ve mucizevi ama su ve sabunun radyoaktif materyalleri temizleyen bir ozelligi var. disariyla bu asamada temas eden herkesi temizleyin, temizlenmeye ikna edin, siginakta boyle bir durumda tozlu elbiseleriyle gezen ve sizi dinlemeyen olursa gidip bayiltana kadar dovun. ardindan soyup temizleyin ve esyalarini disari atin. yediginiz yiyecege falan o tozun bulastigini dusunmek istemiyorum yani. bir felaket senaryosu olur. diger taraftan siginaga iste bu yuzden konserve ve paketli snickers depoladiniz. nukleer tozdan temizleme derdi yok. tekrar parantez acarsak, serpinti yapan tozun icinde alfa beta ve gamma isimasi yapan radyoaktif parcalar var. alfa bir kagit veya deri tarafindan bloke edilebiliyor, yutmadiginiz surece sikinti yok. beta derinizde yogun gunes yaniklarina benzeyen izler birakabiliyor. gamma ise sizi delip gectigi gibi sizden sonra 20 santim kalinliginda kursun bir duvari da delebiliyor. temizlenerek bu parcalari bedeninizden uzak tutmus olacaksiniz

* mantar bulutu gozlemi yaptiginiz zaman eger dolduramamissaniz su doldurmak icin uygun bir zamandir. boruda kalan sular henuz radyoaktif degildir. en fazla isinmistir. gelecek gunlerde bu temiz suya cok ihtiyaciniz olacagi icin su sebekesi is gormeyi surdurdugu muddetce evdeki her bidonu her siseyi her saksiyi suyla doldurup siginaga goturun. eger ruzgar buluttan sizin yerlesiminize dogru cok hizli bir sekilde geliyorsa daha sonra temizlenmeniz gerekebilir.

* siginagin iceri toz girebilecek pencereleri vs varsa bunlari islak bezlerle kapatin.

* cok fazla su depolayamadiysaniz siginaktaki insan sayisi basina gunluk su limiti koyacaksiniz. bu dagitilacak suyun basina da guvenilir birini vereceksiniz. hayatta kalma minimum miktari olan 10 gunluk 3 litre su ve uzeri degerlerde paylasim yapin. eger bu sure oncesinde su biterse fallout 1 senaryosuna hosgeldiniz. en guvenilir ve is bilen adam olarak vaulta su bulmaya disari siz cikacaksiniz. bu hikayenin de sonu bellidir biraz. suyu sizi dinlemeden harcayan biri olursa da siddet uygulamaktan cekinmeyin. iztirar hali diye bir olgu var. insan hayati kurtarmak icin oyle seyler yapilabilir. siginakta herkesin hayatini tehlikeye atan insanlari oldurseniz bile ceza almayabilirsiniz ama bu kadar ekstrem islere girmeden kalan her yolu en azindan deneyin. eger su bulmak mumkun degilse ve suyunuz azaliyorsa exodus zamani gelmistir. orada artik duramazsiniz. cikmak ve daha guvenli suya erisimi olan bir yer bulana kadar post apokaliptik dunyayi arsinlamak zorundasiniz. gecmis olsun.

* suyunuz da var siginaginiz da yiyeceginiz de. o durumda iceride kalacagiz. iceriye tum hava girislerini kesin. tum pencereler siki sikiya kapali etraflarina bez sarili, nbc korumasindan yoksun tum klimalar sogutucular kapali olacak. iceri toz girmesine musade etmemeliyiz.

* buraya kadar geldiyseniz, arabaniz da varsa cikip calisip calismadigini kontrol etmeniz gerekli olabilir. patlama noktasina uzaktaysaniz araba da sag kaldiysa sizi ulkenin guvenli iclerine bir iki gun sonra goturmek icin cok kullanisli olabilir kendisi. fallout yani serpinti henuz ulasmadan disari tum yuzunuzu kapatarak, bir gaz maskesiyle veya en kotu toz maskesiyle cikin. iceri girdiginizde tum vucudunuzu su ve sabunla yikayin. tozlu elbiseleri de yokedin.

* geldik serpintiye. patlama noktasina 20 kilometre uzakliktaysaniz. ruzgar da bulundugunuz yere 10km/h hizinda esiyorsa. nukleer serpinti bulundugunuz yere 2 saat sonra varacaktir. bu kesin degil zira ruzgar ve hava sartlarina bagli olarak arti eksi bir iki saate kadar yolu var denebiliyor. o yuzden serpinti varana kadar boyle bir vaktiniz varsa arabaniz da calisiyorsa herkesi doldurup kacin oradan. eger yaptiginiz tahminler serpintinin gelmek uzere oldugunu veya gectigini soyluyorsa bu cok problemli periyodu siginakta iciniz icinizi yerken gecireceksiniz. disari cikmak olumdur. turkiyede kimsede oldugunu gormedim ama geiger sayaciniz falan varsa -ki niye olsun- bu esnada ilk tiktiklarinizi almaya baslayacaksiniz. geiger sayaci -->asiri<-- hassas bir cihazdir. siz bilmiyorsunuz ama bir sehre verilen suyun debisini olcmek icin de kendisi kullanilir. neden diye merak eden yesillendirsin. konuya donecek olursak havadaki bir zerre cesium137 bile geiger sayacini trak trak otturmeye yettigi icin hafif dalgalanmalar sizi panikletmesin. sokaktaki veya duvarin ardindaki yuksek degerleri aliyor okuyor olabilir.

* bombanin gucu ve turu de serpintiyi cok etkileyecek olgulardir. 20 kilotonluk hirosima ayarinda bir bombanin etrafindaki serpinti bulutu 6-7 kilometre kadar genistir. 25 megatonluk sehir katili bombalar ise 70 kilometrelik bir alana olumcul nukleer serpinti yapar. yukaridaki hesaplamaya gore 20 kilotonluk bombada 2 saat olan serpintiye hazirlik sureniz 25 megatonluk bomba karsisinda 21 dakikadir. iste bir atom saldirisi karsisinda yapabileceginiz en onemli karar ani budur. serpintiyi evde siginakta mi karsilamaliyim yoksa tum tehlikeyi goze alip arabayla basip gitmeli miyim? karar sizin. isigin suresi, bombanin gucu, mantarin sekli, mantarin rengi bunlara bakarak kararin dogrulugunu etkileyebilirsiniz. ne yaparsaniz yapin, nukleer serpinti altinda acikta durmayin. basiniza neler gelebilecegini bosuna yazmadik okuyun (bkz: radyasyon zehirlenmesi). serpintiden kacma senaryolarinda en iyi cozum genellikle yoktur. kotuyle daha kotu arasinda secim yapmak zorunda kalirsiniz. ne yaparsaniz yapin siginagin en derin yerinde bile normal bir insanin birkac kati radyasyona maruz kalacaksiniz. hamile kadinlar icin dusukle sonuclanan zor surecler anlamina gelebilir. eger siginak bana gore degil serpintiden kacarim diyorsaniz arabanizin olmasi bir zorunluluk. yuruyerek kosarak nukleer serpintiden kacabilirsiniz ama radyasyon zehirlenmesi ve kanserden kacamayacaksiniz. kotuyle en kotu arasinda secim yaparken kotuyu secebilecek kadar olgun davranin.

* arabayla serpinti gelmeden kacacaksaniz 20 kilotonluk hirosima ayarinda bir bomba icin 150 kilometre kadar uzaga gitmelisiniz ki guvende olabilin. 1 megatonluk bir bombanin tam guvenlilik capi ise 450-500 km kadardir. yani ankara'ya bir megatonluk bir rus ss19 fuzesi dusse ve havada degil yerde patlasa, adanaya kadar arabayla non stop uzamaniz gerekecektir. yolda neyle karsilasacaginiz mechul olabilir, trafik kilitlenmis olabilir, benzin istasyonlari yagmalanmis olabilir, esiniz vs hamiledir acil ilkyardima ihtiyac duyabilirsiniz. bunlari yola cikmadan babam degil siz dusuneceksiniz.

* yine arabayla olay yerinden uzaklasiyorsaniz ruzgar yonunu hesap edin. ruzgar patlama merkezinden size dogru esiyorsa ruzgari 90 derece yanlamasina alarak yandan fiymaya calisin. yani auta degil taca cikmaya calisin cunku nukleer serpinti beklediginizden de hizli hareket ediyor olabilir. az biraz zaman kazanmis olabilirsiniz. ruzgar baska yonlere dogru esiyorsa bomba patlama merkezinin tam aksi yone tam gaz gidiyorsunuz. arkaniza bile bakmayin. serpintiyi sifir hasarla kapatmanin metodu arabayla ondan kacmaktir ama tabii bu da eger yapabilirseniz olur, yollar bossa, yolda basiniza baska bir sey gelmezse, bulut size erismezse vs vs. ankaradan cikip yolda konyaya da bomba dustugunu ogrenip iki fallout arasinda sandvic olmak gibi surprizleri de elimine ediyoruz bu senaryoda. yani kacmak o derece zor bir karardir. korkuyor musunuz? gitmeyin. yapamayacaginizi mi dusunuyorsunuz? gitmeyin. yolda trafik veya baska bir bomba olma ihtimali mi var. gitmeyin. kacmak zor bir questtir. kalirsaniz aldiginiz radyasyon dozunu azaltmanin yollari yine vardir.

* siginakta kalmayi sectiniz diyelim. radyasyondan nasil korunacaksiniz. cok zor degil. zira radyasyon bir pil gibidir. patlama esnasinda masif bir enerji bosalimi ile calismaya baslar ve zaman gectikce gucu duser. patlamadan sonra belli bir sure beklemisseniz zayif bir pil haline gelir. su anki cernobil santralinin de hali bir yerde budur. 1986'daki radyasyon degerleri ile bu gunku degerler arasinda oldukca fazla bir fark vardir. ama radyasyonun bildigimiz pillerden farki radyasyon decay grafiginin bir turev olmasi. yani bir pil cat diye biterken radyasyonun enerjisi stabil olarak azaliyor. 25 yil gibi bir sure radyoaktiflesmis parcaciklar zayif ama farkedilebilir bir enerji yaymaya devam ediyor. icindeki radyoaktif maddenin yari omru suresince oluyor bu. mesela polonyum210 184 gun boyunca radyoaktif kaliyor, cesium137, 30 yil boyunca kaliyor, strontium90 28 yil boyunca kaliyor. uranium 235 ise cok stabil oldugundan 703 milyon yil radyoaktif kaliyor. atom bombasi atilmis bir yerde bu sekilde radyasyon asla sifir olamiyor. ama hirosima'da bugun gayet normal bir yasam oldugu icin o degerlerdeki radyasyon da kisa vadede insan hayatini etkilemiyor diyebiliriz.

* radyasyon doz hesaplamasinda 7 kurali vardir. nukleer patlama sirasinda ortalama 1000 rad/s gibi buldozer gibi bir radyasyon varken bu 7nin katlari nispetinde 10 uzeri n eksi 1 bir deger kaybeder. cok karisik oldu soyle bir ornek verirsek, ankaranin gobeginde diyelim nukleer patlama oldu ve ilk radyasyon degerlerini 1000 rad/s okuyoruz. 7 saat sonra bu degerler 100 rad/saniyeye dusecektir. 7x7* saat sonra 10rad/s olacaktir. 343 saat sonra 1 rad/s seviyesine inecektir. iste sizin siginakta beklemeniz gereken sure buradan gelmektedir. patlama noktasina olan uzakliginiz da burada dogrudan bir etki yapar ve merkeze cok uzaksaniz disarida okuyacaginiz ilk degerler de dusuk olacaktir. ama diyelim eger atilan cok cok kirli israil yapisi bir notron bombasiysa aldiginiz radyasyon degerleri oyle astronomik seviyelerde olacaktir ki o falloutu hicbir siginakta bekleyerek bitiremezsiniz. oyle bir zaman yoktur cunku, 30 yil siginakta beklenilmez. o tip durumlar icin yapilan siginaklar icin (bkz: fallout shelter)

* eger patlama merkezine yakinsaniz ve siginakta yuksek miktarda radyasyon okumasi yapiyorsaniz acilen bu konuda bir seyler yapmak zorundasiniz. disari cikamazsiniz cunku oradaki radyasyon 100 kata kadar daha fazladir. bu durumda iceriye kalkan yapmak durumundasiniz. saatte 100 rad bir radyasyon kaynagi ile araniza 1 santimlik bir kursun plaka koyarsaniz plakanin diger ucunda alacaginiz deger 1/2 yani 50 rad / saattir. agir metaller ozellikle kursun radyasyon soguran bir yapida oldugu icin bunlarin arkasina gecerek total dozu dusurebilirsiniz. 1 santimetre, kursun plaka icin yarilama olcusudur. 2 santimlik bir kursun plaka arkasinda alacaginiz deger 1/4 olacaktir. yani saatte 25 rad ile hayatta kalma sansiniz artirilabilir. kursun radyasyonu en efektif soguran metaldir. ancak diger yapi malzemeleri de enerji sogurur, bu yarilama oranlari ise soyledir :

kursun : 1 cm
celik : 2.4 cm
beton : 6.1 cm
toprak : 9.5 cm
su : 20 cm
tahta : 30 cm
hava : 152 metre

* (bkz: radyasyon zehirlenmesi) basliginda anlattim ama tekrar yazayim. aldiginiz total doz radyasyonu maksimum 100 rem seviyesine indirmek zorundasiniz. rem aldiginiz radyasyon dozudur ve 1 saat suresince 100 rad bir radyasyon kaynagina maruz kalmissaniz 100rem dozunda radyasyon almissiniz demektir. ne yaparsaniz yapin radyasyona maruz kalacaksiniz, disarida atom bombasi patlamis. sadece alacaginiz doz degerlerini olabildigi kadar asagi cekebilirsiniz. cevrenizde kusan derisinde yaniklar olusan inleyen sizlayan insanlar olacak bunlara yardim da prussian blue , iyot tabletleri gibi spesifik evde bulunmasi zor ilaclarla saglandigindan moralman kendinize hakim olmaniz gerek.

* siginakta olmaniz iceriye toz girmemesi falan muhim ancak icerisi hala deli gibi gama radyasyonuna maruz kaliyor dedik. siginagin icinde de kendinize guvenli alanlar yaratabilirsiniz. siginagin kosesine metal dolaplardan masalardan bir korugan yapip icine girmeniz girmemenizden daha sagliklidir. vaktiniz oldukca etrafinizdaki materyalleri bu yiginin ustune dizerek tam bir korugan yapabilirsiniz. bodrumdaki kalin kitaplar tuglalar demir plakalar. hersey kendini koruyacagina sizi korusun.

* nereye sicacaklar sorunsali. bu da oyle hic kolay olmayan zurnanin zirt dedigi bir yer. ama karsilasacaksiniz. tuvalete gitmek klozete oturmak icin cayir cayir gama isimasi olan ust kata mi gideceksiniz? hayir siginakta kalip cop torbasina sicacaksiniz sonra bunun agzini baglayip bir yerde tutacaksiniz. disarisi bu asamada hala olum arkadaslar. atom saldirisindan sag cikmis buraya kadar hayatta kalmissiniz bi de boktan sebeplerle olmeyin. zaten siginakta iki haftadan uzun kalmak cok beklenilen bir durum degildir.

* iki hafta dedik. siginakta iki haftalik yiyeceginiz var mi? yok. o zaman kisa periyodlarla siginak disina cikip evin icinden yiyecek getirmek durumundasiniz. elektrik altyapisi patladigi icin dolapta ne var ne yoksa bozulmus olabileceginden konserveler yine ilk tercihiniz. siginaktan az guvenli bolgeye disari cikis sureniz patlamadan bes gun sonra maksimum 1 dakikadir. altinci gun 1 dakika 20 saniyedir. boyle kisa araliklarla disarida yapabileceginiz seyleri yapin. gidip oh disardayim cicekleri sulayayim derseniz siginaga yaniklarla donebilirsiniz. veya donemeden kusmaya baslayabilirsiniz. unutmadan yiyebileceginiz seyler kalin ve duz derili meyveler olabilir. muz mesela radyasyondan cok etkilenen bir meyve degildir kolay yikanir ve soyulunca korkmadan yersiniz. ama marulu temizleyecegim derken su harcamak var, temizleyemeyip radyoaktif toz yemek var. en iyisi hic bulasmayin. gelecek hafta yersiniz maruldur brokolidir, dunyada kaldiysa tabi.

siginaktan cikma ve guvenlige erisme de baslibasina baska bir entry olsun.

ergen günlüklerinden seçmeler

18 ağustos 1995
09:10
güne aynı sertlikle başlandı. uç kısmında renk pembeden mora çalıyor. periyodik el darbeleri bir noktadan sonra çekilmez olunca mor kısımda sızı hissedildi. idrar halinde yanma söz konusu. banyo yapıldı. anne tarafından hocaya gönderildi. elemtere bir tülü ezberlenemiyor!

18 ağustos 1995
18:27
pozitif! 'sevdim sevilmedim' şarkısı ile sertleşme arasında korelasyon var. şarkının sözleri mi yoksa klipteki bir başka şey mi etken anlaşılamadı. sızlama başlayınca acıya dönüyor. sızı halindeyken baş kısma dokunup sıkınca belde bükülme mevcut.

18 ağustos 1995
23:42
zaman mefhumu yok. ani bir sertleşme oldu. karşı konulamıyor.

19 ağustos 1995
12:26
sokakta bir bacak görüldü, hemen eve gelindi. sağ tarafta tahriş tespit edildi. ince bir kabuklanma söz konusu. engel teşkil etmediği anlaşıldı. sızı başlayınca saydam bir sıvı geldi. tam 45 dk baş ve işaret parmağı arasında oynandı. oynandıkça saydam sıvının sütlaç kıvamına geldiği ve beyazlaştığı anlaşıldı.

19 ağustos 1995
15:21
kapı çaldı. telaşla toplanıldı ve kim o diye soruldu. melahat teyze olduğu anlaşıldı. anne yok denildi. kapıyı açsana oğlum ısrarlarına, vallahi de açamam billahi de açamam denildi. yarım kilo ter atıldı. ani bir sönme söz konusu oldu ancak trt 2 sayesinde eski performans yakalandı. fransa açıkta staffi graf şampiyon oldu. tebrik edildi.

19 ağustos 1995
20:35
eve geç gelindi diye babadan dayak yenildi. ağlayıp hıçkırırken uyuyakalındı, dolayısıyla boş geçildi.

*
*
*
*
*

23 kasım 1995
15:28
yüz üç kez sabunlandı, bol su ile yıkandı. sonra tekrar sıcak su ile yıkandı. dişler ve ağız 10 dk fırçalandı. aynaya bakıldı, iz olmadığı anlaşıldı. mor başın ucundan yüze sıçrayan beyazımsı sıvının gizemi sürüyor. ama bir daha ona doğru dikkatlice bakılmamaya karar verildi. bu arada tadı kekremsi.

25 kasım 1995
20:32
banyo sobası, odunlar, kova ve alüminyum maşrapa arasında hiç yabancılık çekmeyecek bir kadının fotoğrafı tam karşıya konuldu. sarışın ve sevimli. sanki sobayı o yakmışçasına aynı kültürden. melek gibi. city of angels isimli bir filmde oynasa şaşırılmaz. yine de 5 dk sonra imha edildi.

29 kasım 1995
20:13
tabure üzerinde kaskatı olundu. yanma hissine rağmen devam edildi. her şey güzel gidiyordu. ancak bir anda kapı açıldı. tabure üzerinde sol tarafa doğru kaykıldı. "ah beliiiiim ahh" denildi. kapıyı açan bıyıklı adam, "hayırdır oğlum" diye sordu. "off belim ağrıyoooo" die cevap verildi. kalk bakayım dedi. kalkıldı. dön bakayım diye talimat verildi. ikilemde kalındı. ikinci talimat sonrası, sağa doğru yavaşça dönüldü. dönüldü. dönüldü. dönüldü. dönüldü. dönüldü. dönüldü. boeing 787 olunsa bu kadar yavaş dönülmezdi. kuleden izin çıktı. iniş takımları açıldı. ve süzülerek inildi. bıyıklı adam elinde fenerlerle iniş yolunu gösterir gibiydi. "hımmmm iyi çık da olmazsa doktora gidelim" dedi ve cıktı.

3 aralık 1995
14:23
günlük ele geçirilmiş. sayfalarda parmak izi taraması yapıldı ancak tespiti yapılamadı. son sayfada yazan cümleden şüphelerin giderileceği düşünüldü. evet galiba o...

"belim ağrıyoooo heee? eşşşoğlueşşşek seni! yazıklar olsun emeklerime!"

mastürbasyon yaparken ebeveyne yakalanmak

bizzat tanıdığım bir arkadaşın başına gelen olay. eleman gece yarısı kuşağı izlemekte ve ebeveynler yatmış. tabi bir müddet sonra çocuk işi elizabeth kuşağına çevirmiş. burdan sonrasını kendi ağzından aktarıyorum;

-abi tam gelecem, odanın kapısı açıldı içeri babam girdi anasını satayım!
- ee?
- ben de nasıl bir refleks gösterdimse birden havaya fırladım, köpeklerin işeme pozisyonu vardır ya, aynen o hesap bir elimle kamışı tutup sobanın üzerine doğru eğildim. herhalde ortalığa akmasın dedim bir an, ama soba ne alaka yahu!
- baban naptı abi?
- sobayı mı yakıyorsun pezevenk dedi, sigarasını almaya gelmiş, aldı gitti.
- ehüheheh ee sonra?
- abi sabah uyandım bir türlü çıkamıyorum odadan. bizimkiler içerde kahvaltıdalar. bir ara babam anneme dede ki ;" hanım git bak oğlan ne durumda sabaha kadar sobayı s.kiyordu"

burda olay koptu tabii. hani bunu, o bizim temel fıkrası karakteri arkadaştan dinlemek doyumsuz bişeydir.

izmir

muhtemelen bir kızın yüzünün silik hatırasına kapılıp geldiniz, sabahın köründe karşıyaka'ya attınız kendinizi...

tadını çıkarın. aklınız geldiğince dolaşın karşıyaka sokaklarında, ne çok apartmanın girişinde yasemin sarmaşığı var şaşırıp kalacaksınız.

onun yaşadığını bildiğiniz sokaklarda dolanın özgürce, merak buyurmayın karşılaşmayacaksınız ne onunla ne annesiyle. ama illa ki o da dolaşmıştır bu sokaklarda, evet onun bastığı taşlara basıyorsunuz.

izmir'in kedisi boldur, belki de şimdi size sırnaşan bu kediyi o da sevmiştir sabah dışarı çıkarken...

onun okulunun kapısında çok dolaşmayın, kötü zamanlardayız. yanlış anlayan olur canınız sıkılır. kapının demirlerine elleyin geçin, elbette o da dokunmuştur. belki her pazartesi her cuma onun durduğu yer şurasıdır, merdivenlerin hemen solu, ama bahçeye girmeye kalkışmayın.

karşıyaka vapur iskelesine giderken belki de onun bi yerlerden dönmekte olduğunu hayal edeceksiniz. çok umuda kapılmayın, izmir büyük güzel kalabalık bir şehirdir.

vapura atlayıp konak tarafına geçeceksiniz elbet. bekleyenlere inanıp belki gelir diye ykm'nin yanındaki güruha katılacaksınız. otobüsün birinden iner ve hayalet gibi karşıdan size doğru seyreder diye... yorulacaksınız.

belki kordon'da belki konak pier'de sarhoş olacak, tüm şarkıları o şimdi gelse diye dinleyeceksiniz. gelmeyecek. belki bu şehirde bile değil. etrafınıza şöyle bir bakın: birini bekler gibi bir masaya oturmuş tek başına kahvesini veya birasını yudumlayan bir çok adam göreceksiniz. bazısı kitap okuyor olacak, bazısı saatine bakıyor olacak... kim bilir hangi gelmeyecek adı bilinmeyeni bekliyordur her biri. beklemeyin boşuna, aradığınız yıllar önceki saf duygularınızdır. siz onları başka yerlerde kaybettiniz.

konaktan bornova girişindeki ulusoy veya varan'a taksi çok tutmaz, rahatlıkla binebilirsiniz. bu şehire rahat gelmediniz belki ama rahat gidin. bundan sonra her yasemin kokusu burnunuzun direğini sızlatacak, hazırlıklı olun.

düşün ki o bunu okuyor

Okul Bahçesindeyim yine
Yağmurlu bir Kasım günü,
Cebimde ıslanmış bir mektup,
Zar zor toparlamışım kendimi,
Sol yanım alev, alev,
Seni bekliyorum okul bahçesinde,
içimde deli bir cesaretle,
Hayatım boyunca unutamayacağım
O ses yankılanıyor uzaklardan ve gittikçe yaklaşıyor,
Merdivenlerde bir koşuşturmaca,
Acı siren sesleriyle bir ambulans geliyor okulun bahçesine,
Bilinmez bir korku kaplıyor içimi,
Ve sedyede görüyorum seni rengin soluk bembeyaz, bir melek gibi,
Koşuyorum hiç durmak sızın boş sokaklarda yağmura karışan göz yaşlarımla, mezarlıkta alıyorum
soluğu Annemin başucunda,
Bir yandan dua ediyorum, bir yandan kendime, kaderime kızı yorum, ben sevdiğim için mi ölüyor
insanlar önce Annem şimdi sen,
Sevmem bir daha kimseyi,
Mezarlıkta biraz ağladıktan sonra eve gidiyorum, dua ediyorum sabaha dek,
Ve ertesi sabah okulda alıyorum acı haberi küçük kalbin hayata dayanamayıp durmuş kalp krizi
geçirmiş sin ve melek olmuşsun.
Şimdi yıllar geçti hala aynı mahalledeyim, evlendim çocuklarım oldu, hatta kızım bizim okulda okuyor
o bahçede geziyor, seni son gördüğüm yerde, Annemi her ziyaretimde, senin yanında uğruyorum, her
seferinde iki gülle gidiyorum mezara, biri sana biri Anneme iki beyaz gül, hayatıma giren iki meleğe.
Birde o mektup var senden kalan,
Sana vermek için beklediğim o ıslak mektup hala saklıyorum onu,
Merak ediyorsundur ne yazıyor diye,
Şöyle başlıyor;
Bunları yazı yorum çünkü seninle konuşacak cesaretim yok, sana saçma gelebilir ama öyle işte,
Annemi kaybettikten sonra fazla çevrem olmadı yalnız gezdim hep, sessiz yalnız bir çocuk oldum , bu
yüzden okulda deli diyende oldu bir sürü şey zırvalayanda oldu, ama sen, sen başkaydın benim için,
Annemin gülüşleri vardı sende, belki bu yüzden farklıydın, seni her gördüğümde boğazım
düğümleniyor konuşamıyordum bu yüzden bu mektubu yazma kararı aldım bilmiyorum cesaret bulup
da vere bilir miyim sana, ha birde ricam var senden tek sen okursan sevinirim, sana olan hislerime
karşılık vermesen bile aşkıma saygı duymanı isterim...
Sen hatırlar mısın bilmiyorum ama, benim hiç unutamadığım bir gün var. Hani okul gezisine çıkmıştık
ya, sıcak bir haziran günüydü, okulların kapanmasına sayılı günler kala, hayatımda ilk defa uzun bir
yolculuğa çıkacaktım çok korkuyordum. Cam kenarında oturuyordum, korkularım epilepsi nöbetlerimi tetiklemişti, kriz geçiriyordum ve sen yaklaştın o an, gözlerinden süzülen bir iki damla yaşa inat, güçlü
gözüküyordun. Elini saçlarıma atıp kulağıma fısıldadın " ölmek için çok küçüksün lütfen yaşa" dedin .
Boynuma , yüzüme kolonya sürüyordun. Öğretmenler dahi panik olmuşken, sen o minicik kalbinle,
minnacık ellerimle bana şifa olmuştun. O gün aşık olmuştum sana, evet sana aşığım...... Yazıyordu o
mektupta, bak ben hâlâ yaşıyorum, bak hâlâ ölmedim. O gün, o minik ellerini tutup sana şifa
olamadım, " ölmek için çok küçüksün" diyemedim. Sanki sen doğa üstü güçlere sahiptin, sanki orada
bütün gücünü bana verip beni hayata döndürdün, sanki bu yüzden, benim yüzümden yorgun
düştün... Sen, sen öldün. Maalesef ben hâlâ yaşıyorum...

eski sevgilinin geri dönmesi

gerçekliği yoktur. evvela birine eski sevgili diyorsan terk edilmişsindir. terkeden için "eski kız/erkek arkadaş"sındır çünkü. o yüzden eski sevgili -terk eden olduğu için- asla geri dönmez. arada gelir gider. yoklar yani. ama o dönüş değildir. o yüzden baktın eski sevgili uzaktan göründü, yeterince yaklaştığında geç karşısına iki omzundan tut ve çevirmeye başla. aynı işlemi birkaç kere daha tekrarla. yeterince hızlı dönmeye başladığında, topukla. döndüğüyle kalsın

kız kardeşin ölmesi

bugün ankara'nın grisini yine iliklerime kadar hissettim, havadan ötürü sanırım, hava yağmurlu, aklımda yine sen.

üç vakittir bu acıya bir tarif arıyor, yazarak içimi serinletmek istiyordum. ama aradığımı bulamadım. bir kopuş oldu sadece.

kız kardeşimin son nefesine yetiştim. nabzı parmak uçlarımda son kez attı. teninin renk değişimini, gözlerine konan o öte alem bakışlarını, ellerimle onu toprağa verişim...

ruhu teninden, özü teninden ayrıldı. bir köz kaldı ondan geriye. söz sustu, gözyaşı konuştu. yaşamdan ölüme uzanan yolun noktası nihayet buldu. kız kardeşim virgüldü, noktalandı, göçtü, ötenin seferine çıktı. çocukluğumun çocukluk hikayesi böylece bitti. bize üç nokta büyüklüğünde bir acı yaşamdan kader oldu. büyüdüm ben. kız kardeşim benden büyükçe bir şey yaptı. bir makbere uzandı. onu sarmalayan beyaz karanfilin düğümlerini ellerimle çözdüm... ölene değin unutmayacağım seni kardeşim. kız kardeşim koca alemdi: ama o küçük makbere sığıverdi.

şimdi en güzel cennettesin.

aşık olunan kişi ile tanışma çabaları

-pardon, yine ben.
+yine mi? nası yani.
-evet.. 15dk'dır bakıyorum da 1 hafta sonra burda senle oturuyordum.
+ne diyosun be!
-burda oturduk, gerisi çok uzun hikaye,
göstermemi istersen şurdan ulaşabilirsin bana*

2 gün sonra,
+yine ben * ee sonra noluodu..

aşık olunan kişi ile tanışma çabaları

tünelden meydana kadar bir takipten sonra:

-pardon..
+... (kız seslenen kişiye döner)
-çok yoruldum ama ben seni takip etmekten
+... (kız önüne döner ve yoluna devam eder)
-olmaz mı??

aşık olunan kişi ile tanışma çabaları

ilk goruste hoslanilan kızın etrafinda iki saat dolandiktan sonra klişe bi ifade kullanacak olmanın ezikligiyle

- pardon , saat kac acaba?
+ saatim yok malesef

burada muhabbetin bitecek olmasinin korkusuyla son bi atak yapılır,

- hımm, olsa kac gibi olurdu acaba saat?
+ bilemicem.

onemli edit : zar zor numaramı bi kagida yazıp otobus kalkmadan once verdim kıza bu girizgahtan sonra. bir gun sonra gelen bir mesajı yazıyorum.

"sence ben kimim? bil bakalım..."

aşık olunan kişi ile tanışma çabaları

dört harbiyeli genç haftasonu izinlerini geçirmek için üniformaları üzerlerinde dışarı çıkmışlar ve bir hayli kalabalıkve oldukça piyasa bir cafeye oturmuşlardır...cafedeki tek üniformalılar olarak dikkat de çekmektedirler.yakın bir masada da dört adet güzel hatun oturmaktadır...uzun uzun kesişmelerden sonra gençlerden biri dayanamaz ve kızların masasına gider...

g-merhaba,tanışabilir miyiz?
k1-ne istiyosun yaaa?
g-dedim ya belki biraz muhabbet ederiz...
kızlar hep bir ağızdan: off be yeter bıktık sizden,siz harbiyeliler amma da abazasınız...defol git!!
şeklinde bağırırlar...harbiyeli genç başı önünde, etraftaki masaların kendisine alaycı bakışlarını ve gülüşmelerini hafiften hissederek masasına döner...o andan itibaren masada buyuk bir sukunet söz konusudur...bir süre sonra şaşırtıcı bir gelişme yaşanır...demin masasına giden genci tersleyen kahraman kızımız ayaga kalkar ve gülümseyerek harbiyeli gençlerin yanına gelir..etraftaki diger masalar için de bir probleme dönüşmüştür artık hadise..buyuk merak konusudur..cafedeki herkes demin ki olayın ardından az sonra gececek diyaloğu dinleyebilmek için kulak kabartmıştır..harbiyeli genç de yanına yaklaşan kıza gülümser...

k1-(hafif ürkek,etraftan duyulmayacak şekilde) tekrar merhaba,demin ki olay için üzgünüm,biz sana bir şaka yaptık...biz psikoloji ögrencisiyiz,senin bakışlarından yanımıza gelecegini tahmin ettik ve boyle davranarak o anda verecegin tepiyi görmek istedik...ben nihal,merhaba...
g-(herkesin duyabileceği bir şekilde bağırarak) yok artık daha neler..yuh anasını satayım...saati 100 dolar haa!!!tamam tamam vazgectik biz,kalkın beyler kalkın gidelim!!!
olayın şokunu atlatamayan kız,bir masadan kalkan dört harbiyeli gence bir de etraftaki masalardan kendisine kahkahalarla gülen insanlara bakmaktadır...
o cafe birdaha bu tarz bir hadiseye tanıklık etmiş midir bilinmez ama o kızın psikoloji bölümünden hala mezun olup olamadığı muammadır...

aşık olunan kişi ile tanışma çabaları

bundan yıllar önce kahramanımız yan sınıftan bir kıza aşık olur. aşk ama nasıl aşk bilemezsiniz. yurt odasında "çok sevdim be abi"ler, "kızda geleceğimi görüyorum"lar havada uçuşmaktadır. yurt ahalisinin de yoğun telkinleriyle oğlan kızla tanışmayı kafasına koyar.

günlerden bir gün okuldan sonra düşer kızın peşine ama cesaretini bir türlü toplayamaz. kampüsten çıkar evvela kızın peşinden, sonra yurt istikametiyle alakası olmayan bir otobüse biner kız bindi diye. hiç bilmediği bir yerlerde iner ve takibe devam eder. bir ara vazgeçecek gibi olur cesaretini toplayamadığından. bu esnada kız aralarındaki farkı açar. bizimki ne olacaksa olsun düşüncesiyle kızın arkasından pata küte koşmaya başlar. kız patırtıyı duyup döner ve korkuyla önüne dönerek adımlarını sıklaştırır. kahramanımız semerinden boşalmıştır bir kere, yetişir kıza, dokunur omzuna, soluk soluğadır kız yüzünü döndüğünde;

-bi'şey konuşabilir miyiz?

kız "hayır" der ve önüne dönüp yürümeye devam eder. kahramanımız hayal kırıklığına uğrar, aşıktır çünkü. diğer taraftan da öküzdür. en güçlü kombinasyon, öküz ve aşık;

-2 kelam derdimi anlatayım diye peşinden nerelere geldim taa kampüsten beri, bari x yurduna nasıl dönerim onu söyle. -arif'in mençıstır'a atıığı golu arayıp nerelere gelmek misali-

kız arkası dönük halde "ilerde durak var" der ama sesinde sıcak bir şeyler vardır sanki. kahramanımız dayanamaz yine;

-dinleme beni istersen ama çok güzelsin, uyku uyuyamıyorum seni düşünmekten.

der ve durağa doğru yollanır. sonraki 3 gün kimseyle konuşmaz, yatağından çıkmaz. sonra okulda, bir ders arasında kızı kendine doğru gelirken görür kantinde, zaman mekan durur adeta, soluk alamıyordur oğlan.

+geçen gün beni çok korkuttun biliyor musun?

der kız gülümseyerek. olaylar geli.. ulan kurgusunu bile yazmaya içim el vermedi amına koyim. nereye gelişiyor, nereye gelişmiş? kız okulda gelecek de olayalar gelişecek de bilmem ne de, yazdığıma inanmıyorum ki amına koyim. kız her gördüğünde beni yolunu değiştirdi lan okul boyunca. arkadaşımı görünce yani. öhm.

kapuçin manastırı

italya'da bulunan, insanların öldükten sonra bile sınıf farkına maruz kaldığını gösteren, ölülerin mumyalanmış bedenlerinin sergilendiği bir manastır.

genel olarak oranın yerlileri girişindeki yazıyı benimsemiş durumdalar ki her turistin ağzında; cosa c'è scritto sulla porta d'ingresso delle catacombe? sorusu

girişteki yazı ölülere ithafen yazılmıştır.
türkçesi; sen bizdin, biz sen olacağız. hepimiz öleceğiz.

yasemin uzunefe yazgan

einstein'nın fiziğin sınırları adlı kitabını, türkçeye çok iyi bir şekilde çevirmiş, yıllarını einstein'nın görecelik kuramını anlamaya adamış (bkz: cern) çalışanı.

bu arada kitabı genel kitleye hitap etmesi için (bence), üniversite matematiği görmemiş birisinin, fazla zorlanmayacağı şekilde yazmaya çalışmış.
not: zaten bu işi kavrama yolunda en kolay olan, matematiğini anlamak *